27 Aralık 2009 Pazar
22 Kasım 2009 Pazar
Üç Maymunlar
Gönderen Ataşo zaman: 22:27:00
Etiketler: atatürk, ayşe hür, dersim katliamı, ismet inönü, onur öymen, sabiha gökçen
Posts Relacionados
27 Ekim 2009 Salı
Çizgisi Belirsiz Sosyalistler (Ç.B.S.)
Read more...
3 Ekim 2009 Cumartesi
Zamska
Türkülerimizi ya da Halk Müziğini yeni bir formda yapalım ve adını da Özgün Müzik diye koyalım diyenlerin ortaya çıkardığı bir müzik vardı zamanında. Bu müzik türü sonraları ismin tuhaflığını farkeden müzisyenler tarafından adı Protest Müzik olarak değiştirilerek literatüre koyulmuştu. Tıpkı Özgün Müzik yapanların mantığıyla bir kısımda türkülerimizi gitarla çalıp söyleyelim sevdasına girişmiş ve buna da Anadolu Rock diye bir de bütünleştirici bir isim koymuştu. Hatta ve hatta saçı uzun ve kafasının ortası kel bir amcamız "Amerika'da Rock Müzik çıktı hemen ertesinde ben aldım Türkiye'ye getirdim." diyerek Rock Müziğini kendisinin Türkiye'ye getirdiğini iddia etmiş ancak söylediği ve kendisine ait olmayan şarkıların aslında Amerika'dan gelmesi gereken rock müzikle bir ilgisinin olmadığının farkına varamamıştı. Yıllarca ülkemizde Rock Müzik neden gelişmiyor sorularını sorarken 2000'lerde farklı bir iki şey yapan insan görünce bu kez "Türkiye de Rock Müziğin Önlenemez Yükselişi" diye büyük puntolarla başlıklar atmıştı gazete ve dergilerimiz.
İşte bu tuhaflıkların arasından sıyrılmayı başarmış ve bu tuhaf gruba asla dahil edilemeyecek bir gruptu Bulutsuzluk Özlemi. Canlı ve fişsiz etiketiyle yayınlanan "Yaşamaya Mecbursun" adlı albümleri hemen hergün birkaç kez dinlediğim albümlerden birisiydi eskiden. Şarkılarında bol bol verdiği mesajlar mı hoşuma gitti ne Nejat Yavaşoğulları'nın o tek oktav bile etmeyen sesi zamanla çok sevdiğim seslerden biri haline gelmişti erken gençlik yıllarımda.
En son 2005'te Bağdat Kafe'siyle yanıbaşımızdaki savaşa göndermeler yapmış; şarkının klibinde Nejat Yavaşoğulları'nın gitarının üzerindeki "Savaşa Hayır" yazısı Powerturk kanalı tarafından silikleştirilince kıyametler kopmuş ve sonrasında uzun bir sessizliğe bürünmüş olan grup "Zamska" adlı albümle geri dönüşü yapmış durumda. Televizyonlarda sık sık dönen "Rüzgar" adlı şarkısı son zamanlarda kulak pasına birebir gelen nadir şarkılardan birisi olmakla beraber genel olarak albümdeki rahatlatıcı hava bu sonbaharı daha huzurlu kılmaya yetmekte. Kimi kaynaklarca Türkiye'nin Rolling Stones'i olarak lanse edilen grup, ilk Türkçe sözlü alternatif rock yapan grubu olarakta nam salmış durumdadır.
Gönderen Ataşo zaman: 02:53:00
Etiketler: anadolu rock, bulutsuzluk özlemi, Nejat Yavaşoğulları, özgün müzik, protest müzik, Rüzgar, yaşamaya mecbursun, zamska
Posts Relacionados
6 Eylül 2009 Pazar
Dilana Ma
Gülümsüyordu Dilan, bu kez belki gözleri kapalıydı ama son kezde olsa etrafındakilere gülümseyerek bakmaktaydı. Henüz 17'sinde üzerine o istemeden de olsa giydirilmiş gelinliği düşünmemişti oysa. Yaşarken olduğu gibi, öldükten sonrada bile birileri onun adına karar vermişti çünkü.
Çok okuyup çok yazmaktaydı Dilan. Okudukları, gördükleri, hayal ettikleriyle yaşadıkları birbirine uymuyordu ama. Birbirlerinden çok uzaklardı çünkü. Sığamamıştı kabuğuna Dilan. Hayal ettiği hayata ulaşmak için eline tek bir fırsat dahi çıkmasını beklemeden vazgeçmişti isteklerinden. Ne de olsa Seyit Rızaların memleketinden gelmeydi. Ölmekten yana hiç ama hiç korkusu yoktu. Eylül'ün üçünde rap rap yürüyerek birbirine bağladığı iki kravatı boynuna geçirdi bir dakika dahi düşünmeden teslim etti kendini ölüme.
Çevresindekiler çok ağlayıp, çok sızladılar arkasından ama bu hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Değiştirse bile Dilan için hiçbir şey değişmeyecekti. Ölüm onu beklemekteydi zira er ya da geç.
30 Ağustos 2009 Pazar
Baba Mesleği
Diyarbakır'da 15-16 yaşlarındaki bir gençle bir devlet memuru arasında geçen bir diyalog:
16 Ağustos 2009 Pazar
Bakakalmak
Önceleri “Önemli değil Türkiye’ye asıl eğer bu adamlar gelirse mutlaka giderim” diyerek kaçırdığım konserlere üzülmemiş numarası yapardım. İşte bu adamlardan biriydi Cohen hatta en önde gelenlerindendi. Bu kezde kendimi avutma gereği duymuyorum. Artık kimin konser verip vermediği pek umrumda olmuyor. Zira hiç birine gitmiyor ya da gidemiyorum.
Hem yazar, hem şair, hem de şarkıcı olupta bu derece başarılı olabilme şerefine ulaşmış birisi için efsane sözcüğünü kullanmak pek yadırganmamalı. Ancak gelin görün ki buralarda Cohen pek yadırganmış olacak ki adamcağıza sponsor bulunmaması gibi tuhaf bir durum oluştu. Sponsor bulamayan kuruluşun adının İKSV olması ne türlü bir acz içinde olduklarının kanıtı gibi. Sonuç olarak ben hariç -çünkü konsere gitmiyorum- minimum 150’şer TL si olanlar biraz uzaktanda olsa Cohen’i görüp dinleme şansına sahip oldular.
Sahnede şarkıcıdan daha çok 30-40’lardan kalma şehre inmiş Amerikalı çiftçi havası veren görüntüsü, karizmatik fötürlü şapkasıyla ortalığın tozunu atmışa benzer Cohen. Zaten çıkan haberlerde bunu kanıtlar nitelikte. “Sponsor bulan Cohen severler parmak kaldırsın!” diyerek daha ucuz bir Cohen konseri daha ümit ederek bu hevesimi sonraki yıllara saklamak istiyorum, tabi olurda adamın nefesi yeterde tekrardan buralara ayağı düşerse.
Read more...26 Temmuz 2009 Pazar
Yol Haritası
“Hükümet Kürt halkını ağaların, beylerin kucağına attı. Halk ağalara beylere sığındı. Hükümetle olan işleri ağalar, beyler yaptı. Böylelikle Kürt halkını devlet değil ağalar beyler yönetti. Bu yıllarda ağaların beylerin yerini korucular aldı. Ellerinde devletin silahları var. Korucu olmayan milyonlarca Kürdün topraklarını, bahçelerini babalarının malı gibi kullanıyor, sürgünlerin topraklarının üstüne yatıyorlar. Sürgünden bir yolunu bulup topraklarına gelenlere korucular vermiyorlar.
Ya korucular. Bu çağın devlete benzer bir devletinin bir gözdesi olur mu, bu ayıbın altından kalkılır mı? Bu devlet bu onurla halkın da devleti. Bir devletin korucuları olamaz. Çocukları, delikanlıları, kadınları, yaşlıları öldürenler 'Onları PKK öldürdü diyecektik' diyorlar. Onların bir kısmı da korucuydu. Kim olursan ol bunun altından kalkabilir misin? Bu korkunç işe hepimiz sustuk. Bizi kim susturdu?"
Herkesin Kürt meselesi hakkında bir yol haritası çıkarma yarışına giriştiği şu günlerde bir silkelenmede Yaşar Kemal’den geldi. En son 1985'de bu türden bir açıklama yapacağını belirten yazarın o dönem başına gelmeyen kalmamış. Radikal gazetesinde dizi halinde yayınlanan söyleşinin ilk ve ikinci bölümünde dikkat çeken ve yukarıda yazan satırlar, geçtiğimiz aylarda yaşanan katliamların nedenini en kestirme yoldan anlatmakta. 2007'de piknik amaçlı birkaç kez ziyarette bulunduğum Mardin’in Bilge köyünde yaşanan olay için uydurulan onca sebepten sonra bu biraz daha makul geliyor kulaklara. Bu arada devletin olay sonrası bölgeye rehabilitasyon amaçlı gönderdiği onca kişiden sonra olaya ne kadar önem verdiği yargılama sürecinde kendini göstermekte. Trajedinin ikinci bölümünde dava sözde güvenlik sebebiyle Çorum’da görülüyor. Erkeklerin büyük bir bölümünün öldürüldüğü kala kala birkaç kendini savunamaz kadının ve çocuğun tanık olarak kaldığı bu köyde, bu kişilerin ise kalkıp Mardin’den Çorum’a gidip tanıklık yapması ve davalarına sahip çıkması beklenmekte.
Yaşar Kemal’in söyleşisinde dikkat çeken bir kısımda 19. Yüzyılda Kürtlerin 2 kez başkaldırdığı, Cumhuriyet Dönemin’de 29 kez başkaldırdığı yönündeki açıklamaları. Bu sorunun çözümü için Atatürk’ün gösterdiği yoldan gidilmesi gerektiğini de ekleyip, yöneticilerin bu yolu görmediğinden söz etmiş. Birkaç satır öncesindede Dersim Katliamı’nı hatırlatarakta kafalarımızı bir güzel karıştırmıştır. 1937-1938’de Dersim’de olanlar eğer yöneticilerin suçuysa bizim bunu yöneticilerin Atatürk’ün yolunu takip etmemeleri ve Atatürk’ün de ülkenin cumhurbaşkanı olarak bu olaydan habersiz oluşu sonucu gerçekleştiği şeklinde algılamamız gerekir. Ancak aynı Yaşar Kemal’in olayların yaşandığı sıralarda gazetelerde çıkan Kürtleri aşağılayıcı yazıları ve Kürt diye bir milletin olmadığına dair örnek vermesi ve aynı Atatürk’ün katliamın yaşandığı 37 yılında Dersim’e kadar gidip köprü açtığı, gidişinden 2 gün önce başkaldırın liderlerinin idam edilmesi gerçeği işin kafa karışıklığına yol açan kısmı.
Her şeye rağmen Katalanları örnek verip Türklerin ve Kürtlerin bir arada yaşamasının mümkün olduğu hatta bunun gerekli olduğunu, bunun yolununda barıştan geçtiği gerçeğinden bahsetmesi işin su götürmez gerçek yanı olarak gözükmekte. Hükümetin Abdullah Öcalan’dan önce davranıp 15 Ağustos’tan önce açıklayacağı harita bir açılım mı yoksa çözüm mü bunu hep birlikte göreceğiz. Dileğimiz ve istediğimiz çözümden yana olması. Seçimlerinde uzağında oluşunuda göz önüne alarak, hükümetin olayı yine seçimlerde oy arttırmak için tezgahladığı bir oyun şeklinde olmaması, daha kalıcı adımların bu kez herkesin dinlenerek atılması ümidiyle.
Yaşar Kemal'in Radikal Gazetesi'nde çıkan söyleşisinin tamamı için:
25 Temmuz 2009 Cumartesi
Çift Camlarda Ses Gelmiyor
Çift camların iki tarafındakilerinin en az birinin suçlu olması gerekirken, her iki tarafında suçsuz olduğu gerçeğini bile bile gidipte içerdekini suçluymuş gibi ziyaret etmek insanı ne kadar tuhaf hissetirirmiş meğer, ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemezmiş insan. Karşıdakini avutacak sözleri bile bulmakta zorlanırmış insan. Söylenene göre telefon ahizesini kulağına götürüpte iki kat kalın camın arkasından konuşmanın verdiği şaşkınlık yetmiyormuş gibi birde içerdekini avutmaya çalışmak ne kadarda boş bir uğraşa dönermiş. İşin komik yanı bunun herkes farkında olmasına rağmen kimse vazgeçmezmiş bu sevdasından. Çünkü insanı iyi hissetirecek tek seçenek buymuş; ister umutlu olsun isterse çokça umutsuz olsun durum.
Tutuklamadan daha önceden hazırlanmış bir iddianamenin yaklaşık 45 gün boyunca ilçeden merkeze gelmesi sürüyorsa davanın geriye kalan süreci ne kadar sürer siz düşünün. Her yılın Temmuz ayı sonunda bir aylık keyif tatilleri var birde bu adamların onuda hesaba katın lütfen. Bir de aylarca hatta yıllarca sırf iddianamenin hazırlanmasını bekleyip neyle suçlandığının bilmeden yatan kurbanları hesaba katın lütfen. Olaya hangi tarafından bakılırsa bakılsın ne kadar bozuk bir sistemin sessiz tanıkları olduğumuz gerçeğini ancak başına gelince anlıyor insan.
Çift camlarda ses gelmemesi meselesine gelince önceleri telefonun olmadığı zamanlarda çift camın iki tarafına birbirinden uzak mesafede açılan iki küçük deliğin arasından konuşurmuş insanlar. Daha doğrusu seslerini birbirlerine duyuramadıkları için bağrışırlarmış. Abdullah Papur’un bu şarkısını küçükken dinlete dinlete ezberletmişlerdi bize. O zamanlar ne anlama gediğinin farkında değildik, sonra büyüyünce bu şarkıyı her dinlediğimizde ya da adını her zikredişimizde kahkahalarda gülmeye başladık. Zira bu müzik türü bize artık çok uzak geliyordu ve şu an olsa asla yaşamak isteyemeceğimiz bir hayatı anlatıyordu. Şarkının gerçekleştiği mekana ziyaret edenlerden duyduklarım sonrası düşünüyorumda bu şarkıyı yazmak gereği duyan Papur keşke duygularını daha değişik bir şekilde ifade etseymiş. Şarkının anlattığı olay zor bir durumu anlatsada dinlenildiğinde "Bu ne ya!" dedirtiyor insana. İnsanı güldürmekten başka bir işe yaramıyor halen bu şarkı. Camlarda nedir yani camlardan varken?
10 Haziran 2009 Çarşamba
Çelenkli Açılış
"Bir ara sende yazmalısın." diyordu o yada "Yazmalısın sen de bir ara." diyerekten cümleyi devrik kurup daha etkili anlatmalısın kendini. Kendini anlatmaksa kasıt bunu yapmanın bin bir türlü yolu var deyip banane diyemedim ona. Salıverdim kendimi, parmaklarım gevşeyiverdi, zihnimden dilime yetişip oradan kendini rahatça dışarı atamayan sözlerim elimdeki "O" ile daha rahat ulaştı dışarı.